sağlık haberleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sağlık haberleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Aralık 2015 Salı

Hafızayı Güçlendiren 10 Etkili Öneri

Günümüzde hemen hepimizin şikâyeti olan unutkanlık özellikle yaşlılığın önemli ve sık karşılaşılan sorunlarından biri olarak karşımıza çıkar. Oysa sık sık şikayet ettiğimiz unutkanlık; normal unutkanlıktan demansa (bunamaya) kadar geniş bir yelpazesi var. Ancak hepsinin ortak noktası, hafıza. Hafıza sorunlarında şikayetler olduğunda ya da yeni tanı konduğunda günlük hayatta alınacak bazı önlemlerle şikayetler azaltılıp, hastalığın ilerlememesi için önlem alınabilir.


Acıbadem International Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Ayça Gül Sun, günlük hayatta hafıza ile ilgili alınabilecek önlemleri sıraladı.


Demans 45 yaşından önce pek görülmez; 45-65 yaş arasında ise nadir olarak görülür. Yaşlanma ile birlikte görülme sıklığı artan demansa, 60 yaş üzerinde yüzde 2-5; 80 yaş üzerinde yüzde 15-20 oranında rastlanır. Kendinizde veya yakınlarınızda ilerleyen unutkanlık şikayeti fark ettiğinizde doktorunuz ile görüşün.


Günlük hayatta hafıza ile ilgili alabileceğiniz önlemleri 10 madde halinde şöyle sıralayabiliriz.


Kronik Hastalıklar Hafızayı Etkileyebilir


Tiroit Hastalıkları Ve Vitamin Eksiklikleri Yönünden Kontrol Yaptırın


Hafızanızı dolaylı olarak etkileyecek kronik bir hastalığın bulunmaması, vücut sağlığının korunması önemli. Hafızanızı etkileyebilecek ve tedavi ile düzeltilebilecek hastalıkların başında tiroit hastalıkları, vitamin eksiklikleri gelir. Ayrıca bazı ilaçların yan etkilerinin de hafıza, konsantrasyon problemlerine yol açabildiği akılda tutulmalıdır. Bu şikayetler açısından düzenli olarak doktorunuzla görüşün. İlaçlarınızı ve ilaç dozlarını doktorunuza danışmadan değiştirmeyin.


Kan Akımı Ve Oksijenlenme İçin Egzersiz Yapın


Egzersiz, kan akımını ve beyin oksijenlenmesini artırarak beyin sağlığını koruduğu gibi kalp-damar sağlığına da katkı yapar. Yürüyüş yapabilir, bisiklete binebilir veya koşabilirsiniz. Egzersiz yapmak stresi azaltır; bu da depresyon eğilimini azaltır. Egzersize yeni başlıyorsanız, ek hastalıklar varsa öncesinde doktorunuzdan görüş almanız uygun olacaktır.


Balık, Ceviz, Zeytinyağ Hafıza Dostu Besinler


Akdeniz Diyetini Uygulayın


Özellikle kalp dostu diyetin beyin sağlığı için de katkısı vardır. Örneğin, kırmızı etin daha az tüketildiği, sebze, meyve, balık ve deniz ürünleri, ceviz, zeytinyağ gibi besinlerin bulunduğu Akdeniz Diyeti’ni uygulayabilirsiniz.


Hafıza
Hafızayı Güçlendiren 10 Etkili Öneri

Bulmaca Çözün, Kitap Okuyun


Kare bulmaca yaparken verilen ipucu ile önceden öğrendiğiniz bilgilerinizi yeniden kullanırsınız. Sudoku çözerken de dikkatinizi yoğunlaştırır, konsantrasyonunuzu artırırsınız. Bunlar yeni anıların hatırlanmasına katkıda bulunur. Yap-boz yapmak; şekilleri ve renkleri tanıyarak yakın hafızayı destekler. Doğru parçayı bulup, yerleştirmek başarı ve mutluluk sağlar, keyif verir; bu da konsantrasyonu ve dikkati artırır. Yeni bilgiler öğrenmek, okumak da zihin aktivitelerini destekler. Okuduğunuz metindeki konu ile belirli olaylar arasında ilişki kurabilir; izlediğiniz film veya dizilerle ilgili yakınlarınızla yorum yapabilirsiniz. Hobiler veya yeni aktiviteler edinmek sosyalliği artırdığı gibi zihni de destekler, motive eder, depresyon eğilimini azaltır.


Stresten Uzak Durun


Aşırı stres konsantrasyon bozukluğuna neden olarak hafızayı zayıflatır. Stres kaynağından mümkünse uzaklaşın. Egzersiz yapın, yürüyüşlere çıkın, rahatlatıcı müzikler dinleyin, uzun ve sakinleştirici duş alın, doğa- bahçe işleri ile uğraşın, rahatlatıcı nefes egzersizleri gibi rahatlama tekniklerini kullanın.


Günlük Program Yapın


Gününüzü programlayıp yazdığınız not kâğıdını buzdolabınızın kapağı gibi kolaylıkla görebileceğiniz bir yer belirleyerek asın. Günlük programınızın olması, “Ne yapacağım?” diye düşünüp vakit kaybetmenizi engeller. Günlük hedeflerinizi, planlarınızı eksiksiz yerine getirmek stresinizi azaltır.


Alışveriş Listesi Tutun


Günlük ihtiyaçlarınız için gittiğiniz markette, pazarda alacaklarınızı hatırlamakta zorlanıyorsanız ihtiyaç listesi tutun. Listenize bakmadan kaç taneyi alabileceğinizi hedefleyin. Bu sizi hem motive eder hem konsantrasyonunuzu artırır.


İlaçlarınız İçin Alarm Kurun


İlaçlarınızı almayı unutuyorsanız; buzdolabınızın üzerine hatırlatıcı not asın, telefonunuza alarm kurun. İlaç saatlerinizi yemek saatlerine yakın olarak düzenleyin. Bu yöntemlerle zorlanıyorsanız; hatırlatmak için yakınlarınızdan yardım alın.


Düzenli Uyuyun


Düzenli uyku, öğrenmeyi kolaylaştırır ve belleği güçlendirir. Geceleri aynı saatte ve düzenli uyuyun. Yorgunluğunuzu azaltmak için programlarınızı veya seyahatlerinizi günün erken saatlerinde planlayın. Uykusuzluk ve uyku apnesi gibi bazı sorunlar, gün içinde daha yorgun hissetmenize neden olduğu için hatırlamanızı zorlaştırabilir. Gündüz aynı saatlerde kısa süreli kestirin; bu yorgunluğunuzu azaltır, ayrıca dinlenmek konsantrasyonunuzu artırır.


Sigara İçmeyin


Sigara kullanımı, beyine yeterince oksijen gitmesini engellediği için, hafızayı da olumsuz etkileyebilir. Ayrıca beyin-damar hastalıkları açısından da risk oluşturur. Beyin ve kalp sağlığınız için sigarayı bırakın.


Hafıza
Hafızayı Güçlendiren 10 Etkili Öneri

acibadem.com.tr



Hafızayı Güçlendiren 10 Etkili Öneri #eborsahaber

19 Aralık 2015 Cumartesi

Kekemelik Erkek Çocuklarda Daha Fazla Görülüyor

Çocuklarda konuşma ve dil edinimi süreci olan 3-6 yaş aralığında kekemelik görülebiliyor. Kekemeliğin erkek çocuklarda kızlara oranla daha yaygın görüldüğünü söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Dil ve Konuşma Terapisti Seçil Aydın Oral, “Kız çocukları konuşmaya daha erken başlar ve dili daha erken edinirler. Bu nedenle yaş büyüdükçe oran erkeklerin aleyhine artar. Kız çocukları bu süreç içinde kendiliğinden bir iyileşme gösterir” dedi.


Genetik ya da çevresel etkenli olarak ortaya çıkabilen kekemelik, çocuklarda 3-6 yaş aralığında kendini belli ediyor. Çocuk yaşta başlayan bu rahatsızlık tedavi edilmediği takdirde ilerleyen yaşlarda kronik hale geliyor ve iyileşme şansı azalıyor. Anadolu Sağlık Merkezi Dil ve Konuşma Terapisti Seçil Aydın Oral, “Kekelemeye başlayan bir çocuğun kronik bir kekeme haline gelerek ileri yaşlarda da bu davranışına devam etme riski %20 ile 25 oranındadır. Kız çocuklar, konuşmada biyolojik olarak daha yetenekli oldukları ve farklı gen yapılarına sahip oldukları için kekemelik oranı erkeklerde daha fazladır” dedi.


Kekemelik %60 Oranında Kendiliğinden Düzeliyor


Kekelemelerin yaklaşık %80’inde düzelme gözlendiğini ve bunun da %60’ının kendiliğinden olduğunu belirten Dil ve Konuşma Terapisti Seçil Aydın Oral, “Araştırmalar konuşma zorluğu davranışı gösteren çocukların %75 ile 80’inin kendiliğinden iyileşeceğini gösteriyor. Uygun bir terapi ile kekemelikle baş edebilmek mümkündür. Kekemelik uygun yöntem ve teknikler kullanılarak kontrol altında tutulabilir” diyor. Oral,  kekemelik ortaya çıkar çıkmaz mutlaka dil ve konuşma terapistine başvurulması gerektiğine dikkat çekiyor.


Oral, “İleri yaşlarda psikolojik travmaya bağlı olarak ortaya çıkan bir kekemelik var ise daha çok psikoterapi yöntemleriyle psikiyatrist ve psikologla beraber çalışılmalıdır. Buradaki amaç kişinin duygusal güçlüklerini ve çelişkileri değerlendirerek ruh sağlığının iyileştirilmesidir. Dil ve konuşma terapisti bu noktada terapiye başlayıp başlamayacağına diğer uzmanlarla görüşerek karar verir” dedi.


Kekemelik
Kekemelik

Ebeveynlerin Tutumu Tedaviyi Etkiliyor


Anne-baba tutumunun çocuk üzerinde her konuda olduğu gibi kekemelikte de etkili olduğunu söyleyen Oral, aileleri çocuğun konuşmasındaki takılmalar üzerinde durmamaları, sözel ve duygusal tepki vermemeleri ve özellikle çocuğun dikkatinin konuşması üzerine çekilmemesi konusunda uyarıyor. Oral ayrıca, çocuğa konuşması konusunda baskı yapılmasının, kelime ya da cümlelerinin düzeltilmesi ve tamamlanmasının da olumsuz etkiler yaratacağını ve çocuğun kendini rahatça ifade etmesine olanak tanınması gerektiğini ifade etti.


 



Kekemelik Erkek Çocuklarda Daha Fazla Görülüyor #eborsahaber

16 Aralık 2015 Çarşamba

Işıl Işıl Saçlar İçin 8 Önemli Besin

Işıl ışıl saçlar her kadının hayalini oluşturuyor kuşkusuz. Ancak hatalı beslenme alışkanlıkları veya saçlara uygulanan bazı işlemler; dökülmesine, kırılmasına ve mat bir görünüme bürünmesine neden olabiliyor. Örneğin dengesiz beslenmek veya çok düşük kalorili diyetler uygulamak saç kalitesini düşürüyor ve uzama hızını yavaşlatıyor. Uzun süre çok kısıtlı diyetler yapan kadınlarda saç dökülmesi veya renkte matlaşma, en sık rastlanan sonuçlardan birini oluşturuyor. Bununla birlikte, yetersiz protein alımı, biotin, çinko, demir yetersizliğine bağlı olarak da saçlar dökülmeye başlayabiliyor. Işıl ışıl parlayan, sağlıklı ve gür saçlara tekrar kavuşmak ise aslında çok da zor değil. Üstelik bunun için gün içerisinde her bir besin grubuna yer vermek ve bazı besinleri sofradan eksik etmemek, çoğu zaman yeterli geliyor. Acıbadem Etiler Tıp Merkezi’nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Melis Torluoğlu, güçlü ve sağlıklı saçlar için düzenli olarak tüketmeniz gereken besinleri sıraladı.


Işıl Işıl Saçlar İçin Tüketilmesi Gereken 8 Besin


  1. Yumurta

Yumurta, eşsiz protein içeriğinin yanında B12, biyotin, çinko ve demir gibi kaynaklardan da oldukça zengin olması nedeniyle sağlıklı saçlar için çok önemli bir besin kaynağı. Protein, B12, çinko ve demir, doku onarımı ile sağlıklı saçların uzamasına yardımcı oluyor. Sağlıklı saçlar için yumurtayı haftada 3-4 kez, 1 adet haşlanmış olarak veya omlet şeklinde yemeye özen gösterin.


yumurta


  1. Havuç

Saç derisinin sağlığını destekleyen A vitamini açısından oldukça zengin bir besin. Saç derisi desteklendiğinde zarar görmüş saç yapısı onarılıyor ve esneklik sağlanıyor. Gün içerisinde yemeklerde veya salatalarda düzenli olarak kullanmanızda fayda var.


havuc


  1. Koyu yeşil yapraklı sebzeler

Lahana, brokoli, ıspanak, nane, roka, tere ile maydanoz gibi koyu yeşil yapraklı sebzelerde bulunan folik asit saçlara canlılık ve parlaklık kazandırmaya yardımcı oluyor. Bu sebzeler folik asidi en fazla, çiğ olarak tüketildiklerinde barındırıyorlar. Koyu yeşil yapraklı sebzelerde folik asidin aşırı kaybını önlemek için pişireceğiniz zaman çok az su ilave edin, mümkünse kendi suyu ile pişirin. Sağlıklı saçlar için her gün düzenli olarak bu besinlerden birini, salata veya yemek olarak tüketmeyi alışkanlık haline getirin.


sebze


  1. Yağlı tohumlar

Fındık, ceviz, badem ile kaju, fıstığı gibi yağlı tohumlar içeriklerinde yüksek oranda barındırdıkları E vitamini sayesinde kan dolaşımını hızlandırıyor ve saçların beslenmesine katkı sağlıyor. Her gün düzenli olarak tüketeceğiniz 10-15 adet badem veya fındık veya kaju fıstığı veya fıstık ya da 2 adet tam ceviz saçlarınızın beslenmesine katkı sağlıyor. Bu sayede saç nemini koruyor ve matlaşmanın önüne geçiliyor.


tohum


  1. Avokado

B5 vitamininden oldukça zengin bir kaynak olan avokado bu içeriği sayesinde saçların güçlenmesini ve daha kolay uzamasını sağlıyor. Ancak avokadonun yağ oranı yüksek bir meyve olduğunu unutmayın ve günlük olarak yarım avokado tüketiminin üzerine çıkmayın.


avokado


  1. Kuru baklagiller

Kuru fasulye, mercimek, nohut gibi kuru baklagiller içeriklerinde barındırdıkları demir, çinko ve biyotinle saçların güçlenmesine yardımcı oluyor, yağ üretimini dengeleyerek saçların dökülmesini önlüyor. Haftada 2-3 kez, 6-8 yemek kaşığı kadar kuru baklagiller tüketmeyi ihmal etmeyin.


baklagil


  1. Tam tahıl ekmeği

Folattan oldukça zengin bir kaynak olan tam tahıllı ekmeği her gün enerji ihtiyacınıza göre düzenli olarak tükettiğinizde saç kökleri besleniyor ve saçlarınız daha sağlıklı bir şekilde uzamaya başlıyor.


ekmek


  1. Kırmızı et

Kırmızı et içeriğindeki demir sayesinde saç köklerinin beslenmesine yardımcı oluyor. Bu sayede saç dökülmesi engelleniyor, saçlardaki kuruluğun ve matlığın önüne geçiyor. Saçlarınız için haftada 2-3 kez kırmızı et tüketmenizde fayda var. Ancak kırmızı et yağ oranı yüksek bir hayvansal kaynak olduğu için et içeren yemeklere yağ ilave etmemeye dikkat edin.


et


Acıbadem Hayat e-Bülten



Işıl Işıl Saçlar İçin 8 Önemli Besin #eborsahaber

9 Aralık 2015 Çarşamba

Piercing’in Bilinen Ve Bilinmeyen Riskleri

Mücevher takmak için gövdenin herhangi bir alanının delinmesi dünyanın farklı bölgelerinde dini, kültürel veya estetik amaçlarla başvurulan bir eylemdir. Son yıllarda batı kültüründe de özellikle adölesan ve genç erişkin yaş gruplarında yaygınlaşma izlenmektedir. Bu amaçla en sık kullanılan alan kulak memesidir.


Avrupada maden devrinden beri insan hayatında kulak delmenin yeri olduğuna dair ipuçlarına rastlanmıştır. Hindistan’da yüzyıllardan beri burun deliği uygulaması vardır. Son yıllarda ise yüz, kulak burun, dil, kaşlar, göbek, memeler ve genital bölge başta olmak üzere insan vücudunun hemen her alanında delme işlemleri yaygınlaşmaktadır.


Delme işlemi derinin bütünlüğünü bozan zarar verici bir girişimdir ve elbette çeşitli riskler taşımaktadır. Hatta son yıllarda hayatı tehdit eden komplikasyonlar yayınlanmıştır. Kore’de üniversite öğrencilerinde yapılan bir araştı rmada delme işleminden sonra komplikasyonların %60 dolayında olduğu saptanmıştır. Bu yüksek oran, bu işlemler için Kore’de yasal düzenlemelerin olmamasından ve çoğunlukla tıbbi hizmet veren tesisler dışında ve eğitimsiz kimseler tarafından uygulanmasından kaynaklanmaktadır. Bilindiği kadarıyla Türkiye’de de bu uygulamalar için yasal düzenlemeler mevcut değildir.


Bu yazıda toplumsal bilinci arttırmak üzere bu risklerden kısaca bahsedilmektedir. Allerjik reaksiyonlar, delme işleminden sonra kullanılan mücevherin metalik yapısına bağlı olmak üzere irritasyon veya egzematöz döküntü şeklinde ortaya çıkabilir. Nikel duyarlılığına oldukça sık rastlanmaktadır.


Bu nedenle pirinç veya nikel yerine çelik, titanyum, altın veya niobium mücevherler tercih edilmelidir. Tedavide oral antihistaminikler ve kortikosteroidli kremler yardımcıdır.


piercing 2


Ayrıca yara iyileşmesi sürecinde temizlik amacıyla kullanılan sabun ve antiseptik maddeler de irritan kontakt dermatite neden olabilmektedir. Tahriş reaksiyonları ise özellikle yüzme havuzlarındaki klorun yarada kurumaya neden olması ve mücevherin yıpranması sonucu açığa çıkan maddelerin neden olduğu deride kızarıklık kaşıntı vb. bulgularla kendisini gösterir. Yara iyileşme sürecinde yüzme havuzu önerilmemektedir. Künt delici aletler kulak memesi dışındaki alanlarda bakteriyel enfeksiyon riskini arttırmaktadır.


Derideki enfeksiyonlar çoğunlukla sorumlu mikroorganizmanın delinme işlemi sırasında dermis ve subkütan yağlı dokuya ulaşmasıyla ortaya çıkar. Enfeksiyonun çevredeki lenfatik dokuya yayılmasıyla sellülit oluşabilir. Şiddetli enfeksiyonlarda abse gelişebilir. Ayrıca enfeksiyon varken mücevherin çıkarılması da drenajın engellenmesi nedeniyle abseyle sonuçlanabilir.


Streptococcus ve Staphylococcus aureus en sık rastlanan enfeksiyon etkenleridir. Kulakta Pseudomonas aeruginosa, Staphylococcus aureus ve grup A betahemolitik streptokoklara rastlanır.


Burunda ise etken çoğunlukla Staphylococcus aureus’tur. Ağızda ve dildeki enfeksiyonlarda Haemophilus aphrophilus, Neisseria mucosa, Staphylococcus aureus ve Pseudomonas aeriginosa sorumlu tutulmaktadır.


Genital bölgede Escherichia coli, Klebsiella pneumonia, Proteus mirabilis, Pseudomonas aeriginosa, S. aureus, Enterococcus faecium ve Staphylococcus saprophyticus saptanmıştır. Tedavide enfeksiyonun bulunduğu alana göre uygun antibiyotik seçimi önem kazanmaktadır.


Nadir de olsa sistemik enfeksiyon riski vardır. Delme alanının yakın komşuluğundaki organların tutulumu görülebilir. Genital delme işlemlerinden sonra enfeksiyonun vajen ve serviks yoluyla uterus ve adnekslere ulaşması pelvik inflamatuvar hastalığa neden olur. Benzer şekilde prostatit ve testiküler enfeksiyonlar da görülebilmektedir. Lokal enfeksiyonların yayılımı ya da toksin salgılayan mikroorganizmaların varlığında tonsiller abse, lenfadenit, endokardit, glomerulonefrit, beyin absesi bildirilmiştir.


piercing 3


Bakterilerin veya endotoksinlerin kan dolaşımına geçmesi sepsis ile sonuçlanabilir. Bu müdahelelerden sonra HIV, hepatit B ve hepatit C virus enfeksiyonları dışında lepra ve tetanoz da bildirilmiştir. ABD gibi bazı ülkelerde işlem öncesi tetanoz proşaksisi hatta hepatit B aşısı önerilmektedir.


Deriyle ilgili tüm cerrahi müdahelelerde olduğu gibi burada da enfeksiyonları ndan korunmak için işlemler sırasında otoklavda steril edilmiş cerrahi enstrümanların ve mücevherlerin kullanı lması gereklidir.


Parazitler ve protozoa enfeksiyonları ise iyileşme süresi tamamlanmadan kirlenmiş göl, nehir veya deniz suyu ile temas neticesinde ortaya çıkmaktadır. Enfeksiyon ve inflamasyon gibi sık rastlanan yan etkiler dışında nadir komplikasyonlar da bildirilmektedir.


Bunlar sarkoid benzeri garnülomatoz reaksiyon ve keloiddir. Epidermal inklüzyon kistlerinin ise delme işlemi sırasında epidermal hücrelerin dermise girmesiyle oluştuğu düşünülmektedir. Fibröz histiositom benzeri iğsi hücre proliferasyonu gösteren bir olgu da sunulmuştur.


İşlem sonrası anatomik ve yapısal bozukluklar oluşabilir. Örneğin glans penise yapılan delme işemleri sonucunda parafimozis gelişebilir. Buna bağlı olarak da doku iskemisi görülebilir. Penise uygulanan delmelerden sonra üretrada fibrotik daralma ve dizüri hatta üretra rüptürü ve fistül de oluşabilmektedir.


Meme ucuna yapılan işlemlerden sonra süt kanallarının hasarlanması bildirilmiştir. Dudak ve dilde kullanılan mücevherler diş etlerinde erozyon ve kanamalara neden olabilmektedir. Hatta tedavi edilmemesi durumunda dişlerin dökülmesi söz konusu olabilir.


Ağız mukozasına yapılan uygulamalardan sonra aspirasyon ve mücevherin yutulması dışında hava yolunun tıkanması, konuşma ve yutma bozuklukları, hipersalivasyon, lingual sinir hasarı, mücevherin dokuyla kaynaşması, metal yüzey üzerinde kalkül oluşumu da kaydedilmiştir.


İşlem sırasında aşırı kanama altta bulunan damar dokusunun zedelenmesiyle ortaya çıkar. Kemik, kıkırdak ve sinir dokusunun hasarlanmasıyla da o dokulara özgü bulgular görülebilir. Yanlış tekniklerin kullanımıyla derinin zedelenmesi nedbe dokusunun gelişmesine neden olabilir.


Travmatik yaralanmalar, takılan mücevherlerin spor aktiviteleri vb nedenlerle başka objelere takılarak deriyi hırpalamasıyla ortaya çıkabilir. Bazı bireylerde delme işlemi psikolojik olarak bir alışkanlığa dönüşebilmekte ve gövdede çok sayıda ve farklı alanlarda onlarca işlem sonucu tuhaf görüntüler ortaya çıkabilmektedir. Mücevherin doku içine gömülerek kaybolması da nadir olarak rastlanan komplikasyonlardandır.


Sonuç olarak, gittikçe popüler hale gelen delme işlemlerinin uygulandığı anatomik bölgeye göre farklı komplikasyonlarının olabileceği hatırdan çıkartılmamalıdır. Cerrahi müdahelelerde dikkat edilmesi gereken prensipler burada da aynen geçerlidir. İşlemin yapılacağı kurum dikkatle seçilmelidir. Riskli alanlara deldirme işleminin yapılıp yapılmaması da titizlikle değerlendirilmesi gereken başka bir konudur.



Piercing’in Bilinen Ve Bilinmeyen Riskleri #eborsahaber

8 Aralık 2015 Salı

Depresyon Unutkanlık Riskini Artırıyor

Depresyonun gençler ve yaşlılarda unutkanlık riskini artırdığına dikkat çeken Doç. Dr. Eroğlu, çoğunlukla sinsi seyreden bellek kaybı ve sebepleri hakkında merak edilen birçok soruya cevap verdi:


Hafıza, bir insanın ömrü boyunca yaşadığı ya da çeşitli yollardan öğrendiği bilgileri akılda tutabilme becerisidir. Hafıza, sadece çevre hakkında kazandığınız tecrübe ve bilgilerin depolanması şeklinde değil, aynı zamanda gerek duyulduğunda bu bilgilerin geri çağrılmasını da sağlar.


Unutkanlık, bilgi ve becerileri hafızaya kayıtlamada ya da hafızada depolanan bilgi ve tecrübelerin geri çağırılmasında yaşanan güçlükler olarak tanımlanabilir.


Beynimizde yaklaşık elli milyar kadar hücre bulunmaktadır ve bu hücreler birbirleriyle çok sayıda bağlantı kurar. Duyu organlarımızla algıladığımız tüm bilgiler ve öğrendiklerimiz bu hücreler sayesinde kayıt ve gerektiğinde de bilginin geri çağrılması sağlanmaktadır. Genetik faktörler, kişinin yaşam tarzı, beslenme alışkanlıkları ve çevresel etmenler bir araya gelerek beynimizin yaşlanma sürecini belirler.


Tüm organlarımızda olduğu gibi beynimiz de zaman içerisinde yaşlanır ve hücre kayıbına uğrar. Bu da bilişsel fonksiyonlarımızın eskisi gibi güçlü olmasını engeller. Ancak bilgi ve beceriler sürekli yenilendiğinde ve tekrarlandığında hafızada kalması ve hatırlanması daha kolay olur. Aksi takdirde kullanılmayan bilgiler bellekten silinir.


unutkanlık 2


Unutkanlıklar kişinin günlük yaşam aktivitelerini, kişinin performansını ve sosyabilitesini bozmadığı sürece büyük bir sorun yaratmaz. Bunlardan birisinde aksama olduğunda sorunlar başlar ve mutlak tedavi edilmesi gerekir.


Unutkanlık genelde ileri yaşın sorunları olarak görülse de günümüzde artık genç popülasyonda da unutkanlıklar artış göstermektedir.


Her unutkanlık bunama anlamına gelmez. Unutkanlığın yanında diğer bilişsel fonksiyonlarımızın (öğrenme, oriantasyon, lisan fonksiyonları, kişilik değişiklikleri gibi) en az bir tanesinde daha bozukluk olmalı ve bu bozukluklar hastanın sosyal ve iş hayatını etkileyebilecek kadar şiddetli olmalıdır.


Unutkanlığın nedenleri oldukça fazladır. Genç popülasyonda unutkanlığa yol açan nedenlerin tamamı ileri yaşlarda da unutkanlığa yol açabilir. Ancak, sadece ileri yaşlarda görülen ve unutkanlığa yol açan bazı hastalıklar (Alzheimer hastalığı, frontotemporal demans gibi) genç yaşlarda unutkanlığa yol açmaz.


Genç popülasyonda en sık unutkanlığa yol açan nedenler; depresyon, anksiyete, yoğunluk, stres, kaygılar, gerekli/gereksiz birçok uyaran ve bilgiye maruz kalma, uyku bozuklukları, vitamin B12, Folik asit, D3 vitamin eksiklikleri, tiroid hormon bozuklukları, kafa travmaları, düzensiz yaşam tarzı, yanlış beslenme alışkanlıkları ve çevresel toksik maddelere maruz kalma sayılabilir. Ayrıca bellek fonksiyonlarımızın tembelliğine yol açan bilgisayar ve akıllı telefonlar gibi teknolojiler de unutkanlığın önemli nedenlerinden birisidir.


Yaşlılarda ise daha çok; Alzheimer hastalığı, vasküler nedenli unutkanlıklar, Lewy cisimcikli demans (bunama), parkinson hastalığı-demans kompleksi, normal basınçlı hidrosefali gibi nedenler bellek fonksiyonlarında bozukluğa neden olduğu gibi, gençlerde unutkanlığa neden olan faktörler de yaşlılarda hafıza bozukluklarına neden olabileceği unutulmamalıdır.


Depresyon hem gençlerde hem de yaşlılarda unutkanlığa yol açan önemli nedenlerden birisidir. Tıp dilinde depresif psödodemans (depresyona bağlı yalancı demans) olarak adlandırılmaktadır. Bazen zaman içerisinde demansa depresyon da ilave olabilir. Depresyon, bilişsel fonksiyonlarda hafif bozukluklara yol açabileceği gibi ciddi düzeylerde de etkileyebilir. Depresyon erken tespit edilip tedavi edildiğinde “depresyona bağlı yalancı demans” da düzelmektedir.


unutkanlık 3


Yaşla beraber mutluluk hormonu denilen “serotonin” azalmaktadır. Bu nedenle “depresif yalancı demanslar” yaşlılarda daha fazla görülmektedir. Mutlu bir şekilde yaşayan ve depresyondan uzak duran hastalarda unutkanlık daha az ortaya çıkmaktadır.


Uzun süre depresyonda kalan ve tedavi edilmeyenlerde yaşamın ileriki yıllarında Alzheimer hastalığına yakalanma riskleri artmaktadır. Yani depresyon Alzheimer hastalığı için risk teşkil etmektedir. Hatta uzun süre “depresif yalancı demans” nedeniyle takip edilen hastaların yaklaşık %10-15’i kalıcı demansa dönüşebilmektedir. Bu nedenle depresyonun tanısı konulduktan sonra hemen etkili tedaviye başlanmalıdır.


“Depresyona bağlı yalancı demanslı hastalar”, kendileri doktora giderken, Alzheimer gibi demansı olanlar yakınları tarafından doktora götürülür. Depresif hastalar unutkanlıklarını abartılı gösterirler ve doktorun sorularına cevap verirken gayret göstermezler ve genelde “bilmiyorum” kelimesini çok kullanırlar. Oysa gerçek demansı olan hastalar sorulara doğru cevap verebilmek için olağanüstü gayret gösterirler.


Bu her zaman için mümkün olmaz. Bellek bozukluğu bazen sinsi başlar ve erken dönemlerde hasta ve yakınları tarafından kolayca fark edilmeyebilir. Bellek bozukluğunun erken fark edilmesi önemlidir, çünkü bazı bellek bozukluklarının tedavisi mümkündür ve erken tespit edildiğinde tedaviye erken başlanılabilir. Bellek bozukluğunun erken dönemlerinde önce basit şeyler (isimleri hatırlamada zorlanma, evde ya da işyerinde koyduğu eşyalarını arama gibi) unutulmaya başlar. Ancak, unutkanlık ve diğer bilişsel fonksiyonlardaki bozulma günlük yaşam aktivitelerini bozmaya başladığında ya da performansı düşmeye başladığında önem kazanır.


Bellek fonksiyonlarımızın normal olduğunu düşünsek bile unutkanlık check-up yaptırmamızda büyük yarar vardır. Bellek check-up yaptırıldığında, normal bellek performans ölçümü yapılmış olacaktır ve bu da ileride oluşabilecek bellek bozuklukları için referans olacaktır. Bazen de unutkanlık check-up’ı ile olası bellek bozukluğunun erken safhaları yakalanabilmektedir. Hangi yaşta olursanız olun ve özellikle 50 yaş üstündeki insanların mutlak unutkanlık check-up’ı yaptırmasında büyük fayda vardır. Bilindiği üzere 65-85 yaş arası bunama riski her 5 yılda bir iki katına çıkmaktadır. Unutmayınız ki, Alzheimer hastalığı gibi nörodejeneratif bunamalarda unutkanlık belirtisi ortaya çıkmadan yaklaşık 10-15 yıl önce beyinde değişiklikler başlamaktadır. Ancak unutkanlık check-up’ı ile erken dönemde silik de olsa bazı bulgulara tespit edilebilmektedir.


Unutkanlık check-up’ı ile kişilerin ruhsal durumu, oriantasyonu, bellek fonksiyonları, anlama, kavrama, algılama, bilgileri öğrenme ve hatırlayabilme fonksiyonları tespit edilebilmektedir. Bunun yanında kan tetkikleriyle vücutta eksik-bozuk olan ve unutkanlığa yol açan parametreler ortaya konulmakta, beyin MRI ve EEG ile de beyinde olabilecek anatomik ve fonksiyonel bozuklukların varlığı ya da yokluğu belirlenebilmektedir.



Depresyon Unutkanlık Riskini Artırıyor #eborsahaber

3 Aralık 2015 Perşembe

Dijital Oyunlar Çocukları Gerçek Hayattan Koparıyor

Sefer Darıcı’nın yaptığı araştırmada, araştırmanın bilimsel bir dergide yayınlanacak deneysel kısmıyla ilgili ön çalışmanın ilk, orta ve lise düzeyinde eğitim gören 510 çocuk üzerinde gerçekleştirildiğini söyledi.


Bu çocukların tamamı üzerinde yaptıkları “dijital oyun bağımlılık ölçeği”nin ardından oyun bağımlılıkları tespit edilen 34 çocukta ayrı bir çalışma uyguladıklarını belirten Darıcı, bu çocuklara oyunlarla ilgili yaptıkları testlerde onların gerçeklik algılarının değiştiğini gördüklerini ifade etti.


Çalışmanın bildiriyle ilgili başlığını “Dijital Oyunlarda Kullanılan Subliminal Mesajların Gerçeklik Algısı Üzerindeki Etkilerine Yönelik Çalışma: Gerçeklik Eşiği” adını verdikleri aktaran Darıcı, şunları kaydetti:


“Dijital oyunların içerisinde algısal olarak belli bir tutumu benimsememiz, zihnimizde belli bir algı oluşturulması, belli bir davranışa yönlendirilmemiz amacıyla bu oyunların içerisinde birtakım uyaranlar var. Bu uyaranlar, genellikle bilinçaltına yönelik oluyor. Belli eşik değerlerinin altında verilebildiği gibi bilinç düzeyinde yani görülebilen, duyulabilen, farkında olunabilen mesajlar da verilebiliyor. Çocuğun bir müddet sonra oyunun içerisindeki karakteri, imgeyi ya da objeyi gerçek hayattaki gerçeğiyle eşleştirdiği ve bu eşleştirmenin onun zihinsel dünyasında yer ettiğini fark ettik.”


Darıcı, dijital oyunların çocukların gerçeklik algısını değiştirdiği ve dijital dünyanın gerçek olarak kabul edildiği varsayımıyla yola çıkarak yaptığı araştırmada ortaya koyduğu “Gerçeklik Eşiği” kavramının, 7-8 Mayıs’ta Erzurum’da düzenlenecek Uluslararası Oyun ve Oyuncak Kongresi öncesinde kabul edilerek bilimsel literatüre girdiğini belirtti.


“Gerçeklik Eşiği”ni, “dijital ortamda taklit edilen gerçekliğin zamanla ‘gerçek gerçeğin’ yerini alması için gereken sınır” olarak tanımladıklarını dile getiren Darıcı, şunları söyledi:


“Dijital oyunlarda kurgulanan ve 5 duyuya daha fazla hitap eden gerçeklik algısı, zamanla gerçeğin yerini alabiliyor. Gerçek hayattaki nesne, kavram ve ifadelerin anlamı dijital gerçeklikte kişinin kendisine sunulanla yer değiştirebiliyor. Dijital olarak verilen gerçeklik zamanla gerçek hayattaki orijinalinin yerini alıyor ve çocuk dijital dünyayı gerçek hayatın yerine geçiriyor, kendisine verileni asıl gerçek olarak algılıyor. Bu da çocuğun davranışlarına, tutumlarına, ergenlik ve yetişkinlik dönemindeki karar alma mekanizmalarına yansıyor. Bir çocuk ne kadar televizyon, internet ve dijital oyun ortamında bilinçaltını etkileyen unsurlara maruz kalırsa gerçek hayatla ilişkisini o denli koparıyor. Yani vücut gerçek hayatta, zihin dijital hayatta. Çocukta şiddete yönelik değişim de gözleniyorsa durum daha ciddi boyut kazanıyor.”


Darıcı, oyunların sadece bir “oyun” olarak algılanmaması, bunlarda ticari ve psikolojik bir altyapının da olduğunun unutulmaması gerektiğini sözlerine ekledi.



Dijital Oyunlar Çocukları Gerçek Hayattan Koparıyor #eborsahaber

2 Aralık 2015 Çarşamba

Göz Kuruluğu ve Tedavi Yöntemleri

Sağlıklı bir gözde, göz yüzeyi sürekli nemli kalmalıdır. Böylece gözkapaklarının kolay açılıp kapanması ve göz yüzeyinin korunması sayesinde kaliteli bir görüş sağlanır. Medistate Kavacık Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Cem Mesci ve Op. Dr. Nihal Balcıoğlu, gözyaşının yeterli salgılanmaması ya da gözyaşı kalitesinin bozuk olması sonucu “kuru göz” sendromunun ortaya çıktığını söylüyor.


Göz Kuruluğu Neden Olur?


Kadınlarda, yaşlanmaya bağlı olarak gözyaşı salgısının azalması sık görülür.


Çevresel faktörler de göz kuruluğuna neden olabilir. Örneğin; kuru, sıcak, rüzgârlı veya dumanlı ortamlarda gözyaşı yeterli miktarda üretildiği halde, gözde birikemez. Özellikle klimalar havayı kurutmakta ve gözyaşının buharlaşmasına neden olmaktadır.


Yoğun bilgisayar, tablet, akıllı telefon kullanımı, uzun saatler televizyon seyretmek de, göz kırpma refleksini bozacağından, buharlaşmayı artırarak göz kuruluğuna neden olurlar.


Bazı hastalıklar da gözde meydana gelen kurulukla ilişkili olabilir.


Gözyaşı bezlerinin yetersiz çalışması, gözyaşının az üretilmesine neden olur. Bu durum romatoid artirit, diyabet vb gibi sistemik hastalıklarla görülebilir.


Korunma


Göz kuruluğu probleminde öncelikle kuruluğa neden olan etken ortadan kaldırılmalıdır. Çevresel faktörlerden korunma önemlidir. Bilgisayarda uzun süre çalışanlar için ekrandan gelen yansıma ve parlamalar önlenmeli, çalışma sırasında daha sık göz kırpma ve gözleri kısa sürelerle dinlendirme alışkanlığı edinilmelidir. Gözleri az yoran yazı karakteri ve renkler seçilmelidir.


Tedavi


Kuruluğa neden olabilecek rüzgârlı ortamlarda ya da yüzerken koruyucu gözlük kullanılmalı.


  •  Günde en az 2 lt. su içilmeli

  •  Omega 3’den zengin beslenmeli.

  •  Düzenli uyku uyumalı.

Tedavi için, damla, jel ya da pomad şeklinde suni gözyaşları kullanılır. Katkı maddesi içermeyen tek dozluk suni gözyaşları daha sık tercih edilir.


Göz kuruluğu tedavisi öncesinde, hastada romatoid artirit, sjögren, lupus ve benzeri bir sistemik bir hastalık olup olmadığı araştırılmalıdır.


Kuru göze neden olabilecek, göz yüzeyi kapanmasının yetersiz olduğu kapak bozuklukları da giderilmeli, gerekirse cerrahi olarak tedavi edilmelidir.



Göz Kuruluğu ve Tedavi Yöntemleri #eborsahaber

28 Kasım 2015 Cumartesi

Sigarayı Bıraktıktan Sonra...

Öncelikle belirtmekte fayda var; Sigara kalbe kilo almaktan çok daha fazla zarar veriyor. Araştırmalar, günde bir paket sigara içmenin kalp üzerinde oluşturduğu zararın, ancak fazladan alınan 45 kilo ile gerçekleşebileceğini gösteriyor. Bu nedenle sigarayı bıraktıktan sonra kilo artışı olsa bile bu hiçbir zaman sigara içmekle aynı oranda hasar vermiyor. Tam tersine araştırmalar; sigarayı bırakmanın akciğer başta olmak üzere birçok kanser türü, kalp krizi ve inme geçirme riskini azalttığını gösteriyor.


Sigarayı Bıraktıktan Sonra Kilo Almanın 5 Nedeni Nelerdir?


Metabolizmanın yavaşlaması


Sigaranın etken maddesi olan nikotin; metabolik hızı, dolayısıyla harcanan kalori miktarını artırıyor. Sigara bırakıldığında metabolik hız azalıyor ve olması gereken sağlıklı seviyeye düşüyor. Normal seviyeye düşüş birkaç hafta veya birkaç ay sürebiliyor ve bu süreçte vücut daha az kalori harcıyor, bu da kilo alma ihtimalini artırıyor. Ancak metabolizmayı hızlandırmak için sigara içmek son derece yanlış bir yöntem.


Enerji dengesizliği


Kilo alımında temel faktör, alınan enerji ile harcanan enerji arasındaki dengesizliktir. Nikotinin bir diğer özelliği, istirahat ve hafif egzersiz halinde harcanan enerji miktarını da artırması. Kişi eğer sigarayı bırakınca yağ alımını düzenlenmezse, yağ alımı ve yağ yakma arasındaki denge bozulacağı için vücutta depolanan yağ miktarında artma oluyor. Günlük olarak alınması gereken enerji yaşa, cinsiyete, vücut ağırlığına, metabolizmaya ve yapılan egzersiz miktarına göre farklılık gösteriyor. Bu durumda alınan ve harcanan enerji arasındaki dengeyi sağlamak kilo kontrolüne yardımcı oluyor.


Beslenme alışkanlıklarının değişmesi


Nikotin; dopamin, norepinefrin ve serotonin seviyelerini artırarak iştahı baskılıyor. Sigarayı bıraktıktan 48 saat sonra tat alma duyumuz aktifleşiyor ve tat ile koku alma hislerinin normale dönmesi nedeniyle iştahta artış ortay çıkıyor. Yemek tüketimindeki artışla beraber sevilen ve sevilmeyen besinlerde de değişiklikler olabiliyor. Özellikle yüksek kalori içeren tatlı ve yağlı besinlere eğilim artıyor. Bunun nedeninin, düşen serotonin seviyesini yükseltmek olduğu düşünülüyor.


Ağızda bir şeyler olması gerektiği hissi


Sigara içerken ağızda veya elde sürekli bir şey bulunması alışkanlığı sigarayı bıraktıktan sonra da devam edebiliyor. Bu alışkanlığa duyulan özlem, özellikle atıştırmalık yiyeceklerle giderilmeye çalışılıyor. Sürekli atıştırmalıklar tüketmek de alınan enerji miktarını artırıyor ve kilo alımını tetikliyor.


Yiyeceklerin stres anında kurtarıcı olarak algılanması


Sigara stresi ve sıkıntıyı önlemek, yalnızlığı gidermek, kendini ödüllendirmek, zaman geçirmek ve sosyalleşmek gibi çeşitli amaçlarla kullanılabiliyor. Sigarayı bırakmanın ardından, yemek ve atıştırmalıklar tüm bu konularda destekçi haline gelmeye başlayabiliyor. Bu da kilo alımının bir diğer nedenini oluşturuyor.


Dr. Pelin Uysal, sigarayı bıraktıktan sonra kilo almanızı önleyecek önerileri şöyle sıralıyor:


Özellikle yağlı besinleri kontrollü tüketmeniz oldukça önemli. Çünkü yağlar en fazla enerji veren besin grubudur. Öyle ki; 1 gram yağ 9 kalori verirken, 1 gram karbonhidrat ve protein 4 kalori veriyor. Dolayısıyla yemeklerin porsiyonunu azaltmadan sadece yağ miktarını sınırlayarak, aynı oranda yemek yemeye devam edip aynı kiloda kalabilirsiniz.


Etiket okuma alışkanlığı kazanıp, yiyeceklerde bulanan ve farkına varmadan tükettiğiniz yüksek kalorili ek maddelere dikkat edin.


Yemek aralarında atıştırmak için havuç, salatalık, marul gibi kalorisi düşük besinleri tercih edin.


Sebze ve meyveler açısından zengin, yağsız et ve ürünlerini içeren, az yağlı veya yağsız süt ve ürünlerinin yer aldığı, özellikle yoğurt gibi kan şekerini dengeleyici tam tahıllı gıdalarla desteklediğiniz dengeli bir beslenme programı benimseyin.


Şeker ve şekerli besinlerden uzak durarak gereksiz kalori alımını azaltın. Şekerli besin tüketmek istiyorsanız doğal tatlandırıcılar ile yapılmış olanları tercih edin.


Düzenli egzersiz ya da yoga yaparak kalori harcamanızı artırın, iştahınızı baskılayın. Yoganın ‘eylem farkındalığı’ sağladığı ve kişilerin yoga sonrasında sigaranın gerçek kokusunu ve tadını alarak bir daha içmek istemedikleri yönünde yorumlar mevcut.


İlginç bir bilimsel araştırmaya göre de; ara ara pipetle soğuk su içmek, dopamin salgılamasını artırdığı için sigara bırakma sürecine olumlu katkı sağlayabiliyor.


 



Sigarayı Bıraktıktan Sonra... #eborsahaber

25 Kasım 2015 Çarşamba

Soğukta Cildin "Nem Mantosu" Azalıyor

kuru ciltDermokozmetik Kliniği Direktörü Dermatolog Yrd. Doç. Dr. Jale Yüksek Pehlivan, cildi nemlendirmenin ilk adımının tüm mevsimlerde olduğu gibi kışın da bol su tüketimi olduğunu belirtirken, özellikle omega 3, C ve E vitamini yönünden zengin besinlerin tüketilmesi gerektiğini belirtti. Pehlivan, “Hassas kişilerin soğuktan koruyucu kıyafet olarak sentetik ve yünlü giysi tercih etmeleri alerjik durumlara neden olabilir. Bu nedenle kıyafet seçimi pamuklu olarak tercih edilmelidir” dedi.


Banyo yaparken çok sıcak su kullanımından ve cildin kurumasına neden olabilecek sabunların tüketilmesinden kaçınmak gerektiğini de sözlerine ekleyen Yrd.Doç.Dr. Pehlivan, “Duş ve yüz yıkama sonrası mümkünse ıslak cilde kış aylarına uygun nemlendirici kullanılmalıdır. Kış aylarında nemlendirici olarak yağ bazlı nemlendiriciler tercih edilmelidir” ifadelerini kullandı.


Dr. Jale Yüksek Pehlivan, ciltte leke, kırışıklık ve sarkma problemi olması durumunda, çözüm bulmak için en uygun zamanın kış mevsimi olduğuna da dikkat çekti. Dr. Jale Yüksek Pehlivan, şunları kaydetti:


“Bazı uygulamalar özellikle güneşin aktif olmadığı kış aylarında yapılmalıdır. Örneğin yüz derisine yapılan lazer uygulamaları gibi. Güneşin aktif olmadığı kış ayları, cildin ölü tabakasını atarak cildin nefes almasına olanak sağlayan kimyasal peeling işlemi için ideal zamanlardır. Cildin aşırı kuruması sonucu gelişen gerilme ve rahatsızlık hissini, hyaluronik asit içeriklerle yapılan mezoterapi uygulamaları rahatlatır. Kış ayları cildin gençleşmesine yönelik yapılabilen fraksiyonel CO2 lazer gibi antiaging işlemleri için de en uygun zamandır.”



Soğukta Cildin "Nem Mantosu" Azalıyor #eborsahaber

19 Kasım 2015 Perşembe

İşsizlik Sadece Maddi Değil Psikolojik Ve Fiziksel Sorunların da Nedeni

Uzmanlar, insanın yaşadığı ortamda belli beklentileri karşılayabilmesinin mesleki işlevselliğiyle doğru orantılı olduğunu söylüyor. İşsizlik sadece maddi değil, psikolojik ve fiziksel sorunları da beraberinde getiriyor.


İşsizliğin, bir insanın başına gelebilecek en kötü durumlardan biri olarak tanımlandığını söyleyen Psikiyatri Uzmanı Dr. Uğur Hatıloğlu, işsizliğin ruhsal dengeyi de bozduğuna ve psikolojik çöküntüye yol açtığına vurgu yaptı.


issizlik (1)


En Sık Depresif Bozukluk Görülüyor


Sosyal destek mekanizmaları, stresle baş etme kapasitesi ve yolları ile kişilik özellikleri gibi değişkenlere bağlı olarak işsiz bireylerde farklı psikiyatrik bozukluklar gelişebildiğini aktaran Dr. Hatıloğlu, işsizlikte en sık görülen psikolojik sorunun depresif bozukluk olduğunu belirtti.


Kaygı Bozuklukları Gelişebilir


Kişinin kendini günün büyük çoğunluğunda moralsiz ya da kaygılı hissettiğini dile getiren Hatıloğlu, ruhsal çökkünlüğün diğer belirtileri hakkında şunları söyledi:


“Gelecek kaygısı ve işlerini nasıl düzene sokacağıyla ilgili sürekli düşünmeye başlar. Uyku ve iştah düzensizliği, dikkat ve bellek kusurları, öfke patlamaları ve yıkıcı davranışlarda artış gibi problemler ortaya çıkabilir. Zamanla hayata karşı istek ve ilgi kaybı ile enerjide azalma gözlenebilir. Kişi kendini aşırı derecede beceriksizlik ve yetersizlikle suçlayabilir. Bu durum çevresi ve aile içi işlevselliğini de etkilemeye başlayıp en az iki hafta boyunca nerdeyse her gün oluyorsa depresif bozukluk açısından değerlendirilmesi gerekir. Kaygılarda yoğun artış oluşabilir. Bu durumda da kaygı bozuklukları açısından değerlendirilmesi gerekebilir. Bu iki durum iç içe gözükebileceği gibi farklı belirtiler ve durumlar da kişilerde gözlenebilir.”


İşsiz insanlara karşı takınılan tutumun, genelde ilk etapta destek vermek şeklinde olduğunu ifade eden Hatıloğlu, “Ne yazık ki bu tutum zamanla veryansın etmeye ve kişiyi zorlamaya dönüşebilmektedir. Bu süreçte iş başvurusu reddi, başvurulara geri dönüş olmaması gibi durumlar sonrasında dahi destek verilmeye devam edilmesi gerekir. Çünkü iş arayan insanlar zaman geçtikçe doğal olarak umutsuzluğa ve karamsarlığa kapılır ve hayattan elini ayağını çekebilir. Genel işlevsellikte düşüş ve kişide daha önce olmayan psikolojik sorun belirtilerinin gözlenmesi durumunda bir profesyonelden yardım alınması en doğru yaklaşımdır” şeklinde konuştu.


 



İşsizlik Sadece Maddi Değil Psikolojik Ve Fiziksel Sorunların da Nedeni #eborsahaber

18 Kasım 2015 Çarşamba

Sağlıklı Beslenme Önerileri

Balıkesir Büyükşehir Belediyesi ve Karesi Belediyesi tarafından düzenlenen, “Balıkesir Soruyor, Beslenme Uzmanları Cevaplıyor” konulu toplantıya katılan Baş ile KKTC’nin Yakın Doğu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Kurucu Dekanı, Beslenme ve Diyetetik Bölümü Kurucu Başkanı Prof. Dr. Sevinç Yücecan, kadınlara düzenli ve sağlıklı beslenme konularında önerilerde bulundu.


Prof. Dr. Baş, beslenmenin, açlık duygusunu bastırmak veya sadece karın doyurmak olmadığını belirterek, büyüme ve gelişmenin sağlanması, yaşamın sürdürülmesi ve sağlığın korunması için gerekli olan enerji ve besin ögelerinin vücuda yeterli miktarda alınması gerektiğini söyledi.


Kamuoyunda uzman olmayan kişilerin paylaştığı görüşlerle “Nasıl beslenmeliyiz” sorusunun cevabının aranır hale geldiğini vurgulayan Baş,


beslenme 2“Birinin ‘iyi’ dediğine diğeri ‘kötü’ diyor. Yanlış ve çelişkili bilgiler, tüketicilerin kafasını karıştırıyor. Yaşamın her evresinde bedensel ve zihinsel yönden sağlıklı olmak ve sağlığı devam ettirmek, yeterli ve dengeli beslenmeyle mümkündür. Sağlıklı beslenmede sabah kahvaltısı çok önemlidir. Kahvaltı edilmediğinde kan şekeri düzeyi bozulur ve enerji azalır, ruh hali değişir. Beyin yeterince konsantre olamaz. Öğle yemeği de sağlıklı olmalıdır. Yemeğe bir kase çorbayla başlamak hem sindirimi kolaylaştırır hem de tokluk hissi verir. Geleneksel çorbalar ve hazır çorbalar kullanılabilir. Hazır çorbanın üretim mantığı, ev yapımı tarhanadan farklı değildir. Salata, ızgara veya fırınlanmış et, tavuk, balık, kuru baklagil yemekleri de tüketilmelidir. Ayrıca yağ alımındaki dengeyi sağlamak açısından, yemeklerde bitkisel sıvı yağlar ve yumuşak margarin tercih edilebilir.” dedi.


Hiçbir besinin sağlıklı yaşamı sürdürme adına tek başına yeterli olmayacağını, bazı besinlerin zayıflattığına yönelik inanışın yanlış olduğunu savunan Prof. Dr. Murat Baş, “Maydanoz suyu ya da ılık su içme, aç karnına çörek otu tüketme, greyfurt veya limon suyu içmenin zayıflattığı söyleniyor. Bunlara inanmayın. Dünyada ‘zayıflatma’ anlamında süper bir besin yok. Bulunsaydı, ABD’de her 10 kişiden 8’i, Türkiye’de de 6’sı obez olmazdı” ifadesini kullandı.


“Dengeli beslenmede yağ da çok önemli”


Prof. Dr. Sevinç Yücecan ise sağlıklı beslenme için günde 3-5 porsiyon sebze, 2-4 porsiyon da meyve tüketilmesi gerektiğini ifade ederek, bunların da en az iki porsiyonunun yeşil yapraklı sebzeler, portakal ve limon gibi turunçgiller olması önerisinde bulundu.


Bazı araştırmaların, sebze ve meyve tüketimi ile kardiyovasküler hastalıklar, bazı kanser türleri, inme, alzheimer hastalığı ve katarakt riskinin azalması arasında kuvvetli bir ilişki olduğu­nu gösterdiğine değinen Yücecan,


beslenme 4“Günlük beslenmede, besin çeşitliliğine önem vermek gerekir. Dengeli beslenme için mutlaka yeterli miktarda yağ tüketilmelidir. Yağ, eşit miktarlardaki karbonhidrat ve proteinlerin iki katından daha çok enerji verir. Böylece vücut en ekonomik şekilde enerji gereksinimini yağlardan sağlayabilir. Elzem yağ asitleri ve yağda eriyen vitaminler vücuda ancak yağ ile alınır. Özellikle ‘antioksidan’ özelliği taşıyan bileşenler, yağsız ortamda emilmez. Ayrıca, bazı hormonların yapımı için yağ elzemdir. Dengeli beslenmek için her gün önerilen düzeylerde bitkisel sıvı yağlar ve yumuşak margarin kullanılabilir. Kolesterol hayvansal ürünlerde bulunur. Bitkisel kökenli hiçbir üründe kolesterol yoktur. Margarinler de bitkisel yağlardan yapıldıkları için kolesterol içermez.” idalerini kullandı.


Yumurta sarısının sanıldığı gibi kan kolesterolünü yükseltmediği bilgisini de veren Prof. Dr. Sevinç Yücecan, özel­likle et yemeyenlerin, tahıl ve sebze yemeklerinin yanında günde bir yumurta tüketebileceğini sözlerine ekledi.


 



Sağlıklı Beslenme Önerileri #eborsahaber

17 Kasım 2015 Salı

Türkiye’de, 100 Kadının 20’si Hiç Orgazm Olamıyor

Tüm kadınlar için geçerli olmasa da çoğu kadın ilişkilerini hayatlarının merkezine alacak şekilde yetiştiriliyor. Kadınlar en çok sahip oldukları ilişkiyi, erkekler ise güçlerini kaybetmekten korkuyor. Erkeklerin korkularının temelinde birine fazla bağlanma endişesi, kadınların korkularının temelinde ise bağlarının yeterince güçlü olmamasından duydukları kaygı yatıyor.


Kız çocuklarına aileleri tarafından insanlarla iyi geçinmeleri, uyumlu olmaları ve onları hoşnut tutmalarının en önemli şey olduğu öğretilince böyle olduğuna inanan kadın kendisini değerli ve anlamlı hissettirecek şeyin ilişkileri ve insanların kendisiyle ilgili düşünceleri olduğuna inanıyor. Evlenen kadından kendisini kocasına ve çocuklarına adaması bekleniyor. İlişkisinde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda bu ilişkiyi kaybetmekten korkan kadınlar hatayı kendilerinde arayıp ilişkilerini tamir etmeye çalışıyorlar.


Evlilikte Beklenen Yakınlık Neden Kurulamıyor?


Evlilikte beklenen yakınlığın kurulamaması çiftleri birbirinden uzaklaştıran en önemli neden. Çoğu insan eş seçerken, iyi bir hayat arkadaşı, dert ortağı ve bir dost seçmeyi hedeflemesine rağmen bu beklentileri karşılayan çok az çift gerçek bir yakınlık yaşayabiliyor.


İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Sosyal Psikiyatri Servisi ve Cinsel Yaşam Sorunları ve Tedavileri Programı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Şahin, “Çiftlerin birbirlerinden karşılanmayan beklentileri olması, kendi beklentilerini eşlerinin ihtiyaçlarından daha çok önemsemeleri, olgunluktan uzak tutumları ve birbirleriyle rekabete girmeleri bu dostluğu kuramamalarının en önemli nedenleri arasında” diyor. Tüm bu nedenler, ilişkilerin büyük bölümüne; kırgınlık, kızgınlık ve hayal kırıklıklarının egemen olmasına yol açıyor. Bunun sonucunda ise birbirlerinden uzaklaşan, dünyaları ayrı ama yaşamları ortak çiftlerin sayısı her geçen gün artıyor. Evlilikte çiftleri birbirinden uzaklaştıran ikinci neden (özellikle uzun süreli ilişkilerde) çoğu çiftin birbirlerini ebeveyn gibi algılamaları oluyor. Tükenmeyen eleştiriler, akıl vermeler, öğütler, partnerinin davranışlarını düzeltmeye çalışma gibi tutumlar ilişkiyi tüketip geri dönüşü olmayan hasarlara yol açabiliyor.


kadın cinsellik


Kadın En Çok Erkeğe Güvenmek İstiyor


Prof. Dr. Doğan Şahin, günümüz orta sınıf ailelerinde kadınların en önemsediği şeyin “güven duygusu” olduğunu söylüyor ve “Kadınlar eşlerinin açık sözlü ve dürüst olmasını, sorumluluk üstlenmesini, evlerinin ve çocuklarının ihtiyaçlarının karşılanması konusunda üzerlerine düşeni yapmalarını, kendilerine değer verildiğini ve sevildiklerini de hissetmek istiyorlar” diyor.


Cinsel sorunlarla ruh sağlığı arasında da ilişki bulunuyor. Bu, ruhsal sorunların cinsel sorunlara, cinsel sorunların da ruhsal sorunlara yol açması anlamına geliyor. Kederli, depresif ve kaygılı kadınların cinsel isteği azalıyor, uyarılmaları zorlaşıyor ve orgazm sorunu yaşama olasılıkları artıyor. Bu durum çiftin mutluluğunu da azaltıyor. Bu sorunu yaşayan çiftlerin daha depresif ve kaygılı oldukları belirtiliyor. Eğitim kurumlarında cinsellik eğitiminin yetersizliği ve cinsel anatomi ile ilgili eksik bilgiler de cinsel sorunlara yol açabiliyor. Bunun yanında seksin günümüzde çoğu aile için hâlâ tabu olarak görülüp konuşulmaması da önemli nedenler arasında bulunuyor. Kimi ailelerde ise cinsellik açıkça kötüleniyor ve çocuk tarafından “utanç verici” olarak algılanıyor. Bu durumda bu konu sadece aynı cins ve yaş grubundaki arkadaşlarla konuşuluyor. Bu konuşmalar sırasında öğrenilen cinsel mitler, cinsellikle ilgili abartılı ve yanlış bilgiler de cinsel sorunların en önemli davetçileri arasında bulunuyor.


kadin cinsellik 2


Kadının Cinsellikte Tecrübeli Olması İstenmiyor


Prof. Dr. Doğan Şahin, kültürümüzün kadının cinsellikte daha pasif ve daha az tecrübeli olmasını desteklediğini söylüyor. Erkeklerden ise sekste daha aktif olup kadının her ihtiyacını tahmin edebilen tecrübeli taraf olması bekleniyor. Her iki taraf da sevişmeye dair bazı taleplerini eşlerinin yanlış anlaması endişesiyle yeterince ifade edemiyor.


Türk toplumunda çiftler sevişme sırasında hoşlanmadıkları ya da istemedikleri şeyleri dile getiremediği için bu durum öfke ya da engellenmişlik duygusuna neden oluyor ve beraberinde cinsel işlev bozuklukları oluşuyor. Prof. Dr. Şahin, “Bu konuda en önemli sorun, erkeklerin eşlerini cinsel açıdan yeterince tutkulu ve rahat bulmamaları” diyor ve devam ediyor: “Birçok erkek eşinin hiçbir zaman sevişmeyi başlatan taraf olmadığını ve bunu hep kendilerinin yaptığını söylüyor. Ayrıca sevişirken eşinin sekse katılımı çok az olduğu için uyarılıp uyarılmadığını hatta orgazm olup olmadığını anlayamadığını söyleyen erkek sayısı da oldukça fazla. Bazı erkekler eşleriyle cinsel ilişki kurmanın şişme bebekle ilişki kurmaktan farklı olmadığını anlatıyor.”


kadin 12


100 Kadının 20’si Hiç Orgazm Olamıyor


Ülkemizde cinsel sorunların başında, çoğu kadının (evlilik ya da ilişkinin başlangıcında) cinsel birleşme konusunda yaşadığı zorluklar geliyor. Türkiye’de kadınların yaklaşık yüzde 20’si, ilk cinsel ilişkilerini ilk denemelerinden çok sonra gerçekleştiriyor. Bu sorun çoğunlukla kadınların korku ve kasılmalarından kaynaklanıyor ve sorunu yaşayan kadınlar uzun süre veya tedavi görmeksizin cinsel birleşme gerçekleştiremiyor. Bu kişilerde cinsel yaşam cinsel ilişki başladıktan sonra bile hemen yoluna girmeyebiliyor. Birçok kadın cinsel hayatına başladıktan çok sonra orgazm olabiliyor.


Cinsel yaşamı uzun yıllar korku, suç ve ayıp duyguları ile örtüştüren kadının, evlendiği ilk an bu hislerini kaldırıp atamadığı için sağlıklı bir cinsel yaşama kavuşması bazen mümkün olmuyor. Batı ülkelerinde hayatları boyunca hiç orgazm olmayan kadınların oranı yaklaşık yüzde 5-10 iken bizim toplumumuzdaki oranın bunun en az iki katı olduğu belirtiliyor. Doğan Şahin, ülkemizde kadınların yüzde 20’sinin hiç orgazm olamadığını, bu orandan daha fazlasının ise nadiren orgazm olduğunu söylüyor. (Türkiye’de bu konuda yapılmış bir saha araştırması olmamakla birlikte klinik gözlemler kadınların yaklaşık %40’ının çok az veya nadiren orgazm olduklarını gösteriyor.)


orgazm5


İstek Ve Uyarılma Sorunu Yaşayan Kadın Oranı %30


Toplumumuzda ortalama sevişme süresinin 5 dakika civarında olduğunu söyleyen Doğan Şahin, “Bu süre içinde bir kadının yeterli düzeyde uyarılması ve orgazma ulaşması çok zordur, kadın bir süre sonra bu keyifsiz ve doyumsuz cinsel yaşamdan sıkıldığı için cinsel isteksizlik geliştirir” diyor. Batı’da kadınların %20-30’unda cinsel istek azalması görüldüğünü söyleyen Şahin, Türkiye’de istek ve uyarılma sorunları yaşayan kadın oranının %30’un üzerinde olduğuna dikkat çekiyor.


Şahin’e göre keyifli ve doyumlu bir cinsel yaşam, kişilerin tek ve birlikte daha mutlu olmalarını sağlıyor. Tatminkâr ilişki yaşayan çiftlerin birbirlerine duydukları sevgi, tutku ve aşk gibi duygular hem daha yoğun oluyor hem de tükenmiyor. Orgazm sırasında salgılanan hormonlar çiftin birbirine bağlanmasını ve tutku hissi sağlarken yaşanan beraberlikten mutluluk duyulmasına da yol açıyor. Cinsel sorunları olan çiftlerde ise hem keyifsizlik hem de ruhsal ve bedensel birçok hastalık (özellikle de psikosomatik olanlar) görülüyor.


Hiç orgazm olamayan kadın oranı %20.


Türkiye’de kadınların yaklaşık %20’si, ilk cinsel ilişkilerini ilk denemelerinden çok sonra gerçekleştiriyor.


Nadiren orgazm olan kadın oranı %40.


Cinsel şiddete uğradığını söyleyenlerin %67’si aynı zamanda fiziksel şiddete de maruz kaldığını ifade ediyor.


3 kadından biri şiddet görüyor.


Yüksek öğrenim görmüş kadınlar arasında şiddete maruz kalanların oranı %12.


Kadınların %14’ü en az bir kez, istemediği zamanlarda cinsel ilişkiye zorlanıyor.


cinsel isteksizlik kadin


En Çok Kimler Dövüyor?


Kadına yönelik şiddet uygulayanların sanıldığı gibi ruhsal hastalığı olan, toplum içinde psikopati olarak bilinen antisosyal kişilik özellikleri olanlar ya da alkol-madde bağımlısı olan erkekler olmadığı belirtiliyor. Her eğitim seviyesinden, her meslekten, her sosyokültürel yapıdan ve her gelir düzeyinden erkek, kız çocuklarına ve eşlerine şiddet uygulayabiliyor. Kendi çocukluk döneminde aile içi şiddete tanıklık eden (babası annesini döven) erkeklerin ise daha sık şiddet uyguladıkları belirtiliyor.


Boşanmış Kadınların %78’i Şiddet Mağduru


Türkiye Psikiyatri Derneği Kadın ve Ruh Sağlığı Çalışma Birimi Koordinatörü ve Mersi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayşe Devrim Başterzi, “Türkiye’de 2007 yılında Ayşe Gül Altınay ve Yeşim Arat tarafından yapılan ‘Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet’ başlıklı geniş ölçekli araştırmanın çarpıcı sonuçları var” diyor. İşte o sonuçlardan bazıları:


Her üç kadından biri fiziksel şiddet görüyor.


Hayatı oyunca eşinden en az bir kez fiziksel şiddet görmüş kadınların oranı Türkiye genelinde %35.


Boşanmış veya ayrılmış kadınlarda fiziksel şiddet deneyimi %78 gibi çok yüksek bir oranda.


Eğitim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranı azalıyor. Okuma yazma bilmeyen kadınlar arasında en az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyenlerin oranı %43 iken yüksek öğrenim görmüş kadınlar arasında bu oran %12.


Gelir düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranı düşüyor.


Kadınların %14’ü en az bir kez istemediği zamanlarda cinsel ilişkiye zorlandığını belirtiyor


Cinsel şiddete uğradığını söyleyenlerin %67’si aynı zamanda fiziksel şiddete de maruz kaldığını ifade ediyor.


şiddet kadin


Eğitimli Kadın Dayak Yediğini Gizliyor


Doç. Dr. Ayşe Devrim Başterzi, “Eğitimli, iyi bir mesleki kariyeri olan kadınlar daha fazla şiddete maruz kalmasa da düşük eğitim seviyeli kadınlara göre bu durumu daha fazla gizleme eğiliminde oluyorlar” diyor. Ayrıca bazı çalışmalarda eşin eğitim ve gelir düzeyinin kadının gelir düzeyinin altında olması şiddeti artırıyor. Çarpıcı gerçeklerden biri de flört dönemiyle ilgili. Buna göre ülkemizde üniversite öğrencisi genç kadınlar arasında yapılan çalışmalar bu öğrencilerin yarıya yakınının flört döneminde şiddete maruz kaldığını ve bunun tek seferle sınırlı olmadığını gösteriyor.


 



Türkiye’de, 100 Kadının 20’si Hiç Orgazm Olamıyor #eborsahaber

14 Kasım 2015 Cumartesi

Ağız Kokusundan Kurtulmanın Yolları

Her dört kişiden birinin ağız kokusu problemi yaşadığına Dr. Selçuk Özbölük, “Önemsenmeyen ağız kokusu, sinüs ve akciğer kaynaklı enfeksiyonlar, şeker hastalığı, böbrek yetmezliği, karaciğer yetmezliği, metabolizma bozuklukları, bademcik iltihabı ve diş eti rahatsızlıkları gibi hastalıkların habercisi olabilir. Bireylerin özgüvenlerini kaybetmelerine de neden olan ağız kokusu probleminin tedavisine bir an önce başlanması gerekir” dedi.


Ağız boşluğunda yaşayan bakterilerin artıkları olan sülfürlü bileşiklerin ağız kokusunu oluşturduğunu söyleyen Özbölük, “Belli hastalıkların habercisi olduğu gibi ağız ve diş sağlığına gereken önemin verilmemesinden de kaynaklanabilen ağız kokusu, sosyal hayatta bireylerin özgüvenlerini kaybetmelerine neden olup evlilikleri bile etkileyebiliyor. Toplumun geneline yayılan bir sorun olan ağız kokusu her dört kişiden birinde görülüyor” diye konuştu.


agiz kokusu


Ağız Kokusundan Korunmanın Yolları Nelerdir?


  • Ağızdaki tüm diş çürükleri, kırık dolgu veya kron-köprü tedavi edilmeli, gömük, sorunlu dişler çekilmelidir.

  • Diş ve diş eti hastalıkları ağız kokusunun en önemli nedenlerinden olduğundan ağız muayenesi ve bakımı için diş hekimi düzenli olarak ziyaret edilmelidir.

  • Protez, dolgu, diş köprüleri aralarına kaçan ve orada kalan yiyecekler kötü kokuya sebep olur. Her gece protezleri çıkarmak ve temizlemek, sabah tekrar takmak gerekir.

  • Bakteri plakları ve yiyecek artıklarını temizlemek için dişlerinizi günde en az iki defa fırçalamak ve her gün diş ipi kullanmak esastır.

  • Ağız kokusunun nedenlerinden biri de dildeki tabakalaşmadır. Bakteri tabakaları ve yiyecek atıkları dilin arka tarafında birikir, kısa süre de bakterilerin yaşamasına elverişli bir duruma gelirler. Bu nedenle dilimizi fırçalamayı alışkanlık haline getirmemiz gerekmektedir.

  • Tükürük ağız kokusu ile savaşmanın en iyi yollarından biri olduğundan sakız çiğnemek ağız kokusunu azaltmaktadır. Şekersiz sakız çiğnemek tükürük salgımızı arttırarak ağız temizliğine yardımcı olur.

  • Ağız kuruluğundan dolayı ağız kokusu olur. Ağız kuruluğuna sebebiyet vermemek için mutlaka bol bol su içilmelidir. Su içeriği olan meyve ve sebzeler (domates, pırasa, çilek, karpuz) tüketilmelidir. Maydanoz nefesimizi doğal olarak temizlemede etkilidir. Kahve taneleri, limon kabukları ağız kokusunu gidermektedir.

  • Sigaranın ağız kokusuna neden olduğu aşikardır. Sigara kullanımını azaltmamız gerekmektedir.

 



Ağız Kokusundan Kurtulmanın Yolları #eborsahaber

Ağız Kokusundan Kurtulmanın Yolları

Her dört kişiden birinin ağız kokusu problemi yaşadığına Dr. Selçuk Özbölük, “Önemsenmeyen ağız kokusu, sinüs ve akciğer kaynaklı enfeksiyonlar, şeker hastalığı, böbrek yetmezliği, karaciğer yetmezliği, metabolizma bozuklukları, bademcik iltihabı ve diş eti rahatsızlıkları gibi hastalıkların habercisi olabilir. Bireylerin özgüvenlerini kaybetmelerine de neden olan ağız kokusu probleminin tedavisine bir an önce başlanması gerekir” dedi.


Ağız boşluğunda yaşayan bakterilerin artıkları olan sülfürlü bileşiklerin ağız kokusunu oluşturduğunu söyleyen Özbölük, “Belli hastalıkların habercisi olduğu gibi ağız ve diş sağlığına gereken önemin verilmemesinden de kaynaklanabilen ağız kokusu, sosyal hayatta bireylerin özgüvenlerini kaybetmelerine neden olup evlilikleri bile etkileyebiliyor. Toplumun geneline yayılan bir sorun olan ağız kokusu her dört kişiden birinde görülüyor” diye konuştu.


agiz kokusu


Ağız Kokusundan Korunmanın Yolları Nelerdir?


  • Ağızdaki tüm diş çürükleri, kırık dolgu veya kron-köprü tedavi edilmeli, gömük, sorunlu dişler çekilmelidir.

  • Diş ve diş eti hastalıkları ağız kokusunun en önemli nedenlerinden olduğundan ağız muayenesi ve bakımı için diş hekimi düzenli olarak ziyaret edilmelidir.

  • Protez, dolgu, diş köprüleri aralarına kaçan ve orada kalan yiyecekler kötü kokuya sebep olur. Her gece protezleri çıkarmak ve temizlemek, sabah tekrar takmak gerekir.

  • Bakteri plakları ve yiyecek artıklarını temizlemek için dişlerinizi günde en az iki defa fırçalamak ve her gün diş ipi kullanmak esastır.

  • Ağız kokusunun nedenlerinden biri de dildeki tabakalaşmadır. Bakteri tabakaları ve yiyecek atıkları dilin arka tarafında birikir, kısa süre de bakterilerin yaşamasına elverişli bir duruma gelirler. Bu nedenle dilimizi fırçalamayı alışkanlık haline getirmemiz gerekmektedir.

  • Tükürük ağız kokusu ile savaşmanın en iyi yollarından biri olduğundan sakız çiğnemek ağız kokusunu azaltmaktadır. Şekersiz sakız çiğnemek tükürük salgımızı arttırarak ağız temizliğine yardımcı olur.

  • Ağız kuruluğundan dolayı ağız kokusu olur. Ağız kuruluğuna sebebiyet vermemek için mutlaka bol bol su içilmelidir. Su içeriği olan meyve ve sebzeler (domates, pırasa, çilek, karpuz) tüketilmelidir. Maydanoz nefesimizi doğal olarak temizlemede etkilidir. Kahve taneleri, limon kabukları ağız kokusunu gidermektedir.

  • Sigaranın ağız kokusuna neden olduğu aşikardır. Sigara kullanımını azaltmamız gerekmektedir.

 



Ağız Kokusundan Kurtulmanın Yolları #eborsahaber

13 Kasım 2015 Cuma

Menopoz Sonrası Sessiz Kırıklar

Osteoporoz en sık görülen metabolik kemik hastalığıdır. Bu hastalıkta kemik kütlesindeki azalma ile birlikte, kemiğin yapısı ve kemik kalitesi bozulur. Kemiğin kırılganlığı artar ve ciddi bir zorlanma olmasa bile vücutta ciddi kırıklar oluşabilir. Özellikle menopoz sonrası kadınlarda, omurgada aniden oluşan kırıklar “sessiz kırık” olarak tanımlanır.


Bu kırıklar nedeniyle kişide sürekli bir sırt ağrısı, tedavi edilmediğinde boy kısalması, kamburluk ve nefes darlığı gibi sorunlar gelişebilir. İleri yaştaki kişilerde osteoporotik kalça kırıkları iyileşme süresinin uzamasına ve fonksiyonel bağımlılığının artmasına neden olur. Buna rağmen osteoporoz önlenebilir ve erken tanı ile tedavi edilebilir bir hastalıktır.


50 yaşın üzerinde 3 kadından 1’inde ve 50 yaş üzerinde 5 erkekten 1’inde osteoporoz görülmektedir. Kemiklerin sessiz hırsızı olarak tanımlanan osteoporoz, yaşam süresi uzadıkça neden olduğu kırıklardaki artış sebebi ile dünyada öncelikle önlenmesi ve tedavi edilmesi gereken hastalıklar grubuna alınmıştır.


Ülkemiz de dünya osteoporoz haritasında orta derecede risk grubunda yer almaktadır. Kemik erimesi kaynaklı kırık oranı, sağlıksız beslenme ve yetersiz fiziksel aktivite nedeniyle her yıl artmaktadır.


kemik erimesiKemik erimesine neden olan risk faktörleri arasında kişinin yaşam tarzının çok büyük önemi vardır. Dengeli ve düzenli beslenmeye başlayarak sağlıklı, güçlü kemiklere kavuşmak mümkündür. Kemik erimesinden korunmanın anahtarı, her yaşta günlük olarak yeterli kalsiyum ve proteini tüketmektir. Süt ve süt ürünleri kalsiyumun ana kaynaklarıdır.


Son 30 yılda çocuklarda süt ve süt ürünleri tüketiminin azaldığı görülmektedir. Buna bağlı olarak gençler arasında D vitamini yetersizliği de azımsanmayacak oranlardadır. Osteoporozu önleme ve korunmada sağlıklı beslenme ve fiziksel aktiviteye çocukluk döneminde başlanmalıdır.


Okullarda ve sosyal ortamlarda hızlı tüketilen yiyecekler çocukların kemik gücünü azaltmaktadır. Bu nedenle anneler, anne karnından itibaren çocukların sağlıklı beslenmesinin önemi konusunda uyarmalı ve bilinçlendirilmelidir. Evlerde ve okullarda çocukların kalsiyum ve proteinden zengin, günlük, taze, sağlıklı gıdalarla beslenmesini sağlayarak çocukluk çağında uygun kemik gelişimini sağlanabilir.


Menopoz sonrası kadınlarda osteoporoz riski artar. Erkeklerde de kemik kaybı 50’li yaşlardan itibaren başlar ancak kadınlara göre yıkım hızı daha yavaştır. Bu dönemde kemik kaybını önleyici yöntemler ile osteoporozdan korunmak mümkündür.


Yeterli kalsiyum, D vitamini ve proteinin yer aldığı bir sağlıklı beslenme programı, kemik kitle ve gücünün korunmasında önem taşımaktadır. Besinler içinde en büyük protein ve D vitamini kaynağı balıktır. Brokoli, kıvırcık lahana, ıspanak ve badem kalsiyum açısından oldukça zengindir. Osteoporoz ve kırık gelişiminin engellenmesi için 50 yaş üzeri erişkinlerde günlük 1200 mg kalsiyum alımı önerilmektedir. Bu miktar mümkün olduğunca diyetle alınmalı, alınamıyorsa ek kalsiyum desteği verilmelidir.


d-vitaminiD vitamini de kemik sağlığı, kalsiyum emilimi, kas gücü ile denge ve düşme riski açısından önemli role sahiptir. Her gün güneş ışınlarının doğrudan geldiği öğle saatlerinde güneş koruyucu olmadan 15-20 dakika güneşlenmek ile günlük D vitamini desteğini alınabilir. Proteinin yetersiz alımı ise kalça kırıkları için risk oluşturabilir ve kırık olan hastalarda iyileşmenin gecikmesinde rol oynayabilir.


Kas güçlendirme ve denge egzersizleri, kırık riskini azaltmak için önerilmektedir. Bu egzersizler sayesinde kas gücü, duruş ve dengede düzelme sağlanır ve düşme riski azalır. Kas güçlendirici dirençli egzersizler kemik yoğunluğunu orta derecede artırabilir.


Düzenli fiziksel aktivite, kemik erimesinden korunmak için her yaşta önerilmektedir. Egzersiz programına başlanmadan önce doktor muayenesi önemlidir. Düşme konusunda risk faktörleri ve önlemlerin bilinmesi de kırıkların oluşmasına engel olabilir. Bunların yanı sıra kemik erimesinden korunmak için sigaradan uzak durmak ve aşırı alkol tüketmemek gerekir.


 



Menopoz Sonrası Sessiz Kırıklar #eborsahaber